Hala Gizemini Koruyan Antik Sırlar 1
Bazı arkeolojik bulgular ve tarihi gizemler bilmece gibidir. Belki de birbirinden ilginç birçok teoriye de konu olmalarından dolayı insanları büyüleyen bir tarafı vardır.
Önemle belirtmek gerekir ki, arkeolojik bulguların ya da tarihi gizemlerin hiçbirini uzaylılarla ve doğaüstü güçlerle açıklamak mümkün değildir. Ancak tarih bilimine göre nispeten daha yeni bir bilim dalı olan arkeoloji, henüz her şeyi cevaplayabilmiş değil. Daha cevaplanması gereken, belki de hiçbir zaman cevaplanamayacak olan çok fazla soru var.
Bu çalışmadaki arkeolojik bulgular ve tarihi gizemler, herhangi bir “uzaylı” teorisi içermese de, hâlâ gizemini koruması açısından oldukça dikkat çekicidir.
Dev Taş Küreler (Kosta Rika)
Bazılarının M.Ö. 6. yüzyıla tarihlendiği bu dev taş küreler Güney Kosta Rika’nın, Diquis Deltasına serpiştirilmiş halde bulunurlar. Yerel dilde ‘Las Bolas’ olarak adlandırılan ve gablo adı verilen silikatlı siyah volkanik kayalardan yapılmış olan top şeklindeki bu küreler, Kolomb öncesi dönem uygarlıklarına ait. Bu eski kayaları inceleyen arkeologlara göre, bu kayaları kusursuz olarak küresel biçimler haline getiren insanlar, bunun için muhtemelen diğer küçük kaya parçalarından yararlanmış olabilirler.
Uzman olmayan kişilerin spekülatif yorumları Diquis Küreleri de denilen bu dev taş kürelerinin astronomik amaçlar için kullanıldığı, ya da önemli yerleri belirten ve o yöne yönlendiren işaretler olduğu yönünde. Gerçek şu ki bu kürelerin kullanım amacı tam olarak bilinmiyor. Kansas Üniversitesi’nden Antropolog John W. Hoopes’un Ocak 2016’da JSTOR Daily’ye verdiği demeçte bir zamanlar Kosta Rika’yı ve Orta Amerika’nın diğer bölgelerini dolduran Chibchan insanlarının, İspanyol fethinin ardından ortadan kaybolduğunu ve onlarla birlikte bu kürelerin amacının da ortadan kaybolduğunu belirtiyor.
Kürelerin çoğu 2,7 metre çapında ve 16 ton ağırlığındadır.
Stonehenge (İngiltere)
Dünyanın en ünlü anıtlarından Stonehenge olarak bilinen bu tarih öncesi anıt, M.Ö. 3000 – 1500 yılları arasında, beş evrede inşa edildi. İlk başta, Wales’den getirilen dolerit (diyabaz) taşlarından yapılmış küçük bir dikilitaş dairesinden oluşuyordu. Bugün gördüğümüz içteki dikilitaş dairesi, daha sonra devasa (ve yerel olan) dikilitaşlarla inşa edildi.
Bu megalitik taşlar yaklaşık 5000 yıl önce dizildi ve bu yapı onu inşa eden ilkel insanlar için oldukça etkileyici bir başarı. Ancak arkeologlar sadece bu bilgiden eminler. Stonehenge’in orijinal amacına ortaya koymaya çalışan ve astronomik bir gözlemevinden, dini bir şifa tapınağına ve yakılarak gömülen insan mezarlığına kadar uzanan teorilerin hiçbiri, şimdiye kadar netleştirilemedi.
En hafifi 4 ton, en ağırı 50 ton olan taşlar yaklaşık 400 km. mesafeden taşınmıştır.
Mısır Piramitleri (Mısır)
Hala açığa çıkabilecek pek çok bilinmezinin yanı sıra Mısır Piramitleri hakkında sadece şu ana kadar bildiklerimiz bile inanılmaz derecede büyüleyici.
Neredeyse 5000 yıl önce günümüz Kahire’sinin yer aldığı bu bölgede inşa edilen 3 piramit kompleksi, antik Mısırlıların firavunlarına olan hürmetini ve ölümden sonra yaşama olan incelikli inançlarının ahiti olarak bölgeye hükmediyor.
Arkeologlar hala piramitlerin içine inşa edilmiş yeni tüneller ve bölümler keşfediyor ve bu büyük anıtların yapım tekniklerine dair ipucu arıyorlar.
146 m. yüksekliğindeki piramitte ağırlıkları 2.5 ton civarında olan 2.3 milyon taş kullanılmış.
Ölü Deniz Parşömenleri – Bakır Tomar Hazinesi (Filistin)
Bakır tomarlar, 1952’de Filistin topraklarında, günümüzde Batı Şeria olarak bilinen bölgede yer alan Kumran’da Ölü Deniz Parşömenleri arasında bulundu. Roma İmparatorluğunun Kumran yerleşimini kontrol altına alması yaklaşık 2.000 yıl öncesine dayanıyor. Araştırmacılar, bu tomarların, Roma güçlerine karşı sıkça yapılan ayaklanmalar sırasında yerli halk tarafından gizlenmiş bir hazineyi tarif ettiğine inanıyorlar.
Ancak hiç kimse o hazinenin var olup olmadığını ya da nerede olabileceğini şimdiye dek çözemedi.
Ahit Sandığı (Kudüs)
Ahit Sandığı, Tevrat’a göre, 10 emirin yazılı olduğu taş tabletleri içeren altınla kaplanmış ahşap bir sandık. Antik çağlarda bu kutsal kutu, Kudüs’te Yahudi bir ibadet yeri olan Birinci Tapınakta tutuluyordu. Fakat İlk Tapınak, İbranice İncil’e göre, Kral II. Nebukadnessar tarafından yönetilen bir Babil ordusu tarafından 587’de tahrip edildi. Bu tarihten itibaren, birçok kişi (hem gerçek hem de kurgusal) Ahit Sandığını aramak için oraya gitmiş olsa da, ona ne olduğunu kesinlikle kimse bilmiyor.
Şu ana kadar hiçkimse kutsal sandığı bulamadı. Bazı eski raporlar, Nebukadnezar’ın kenti yağmaladıktan sonra sandığı Babil’e götürdüklerini söylüyor. Diğerleri ise sandığın Kudüs’te bir yere gömüldüğünü veya İlk Tapınak ile birlikte yok edildiğini söylüyor. Modern raporlar ise, sandığın Etiyopya’daki bir manastırda olduğunu gösteriyor.
Ve kısa süre önce tercüme edilmiş eski bir İbranice metin, Ahit Sandığı’nın kendi kendine ortaya çıkacağını, ancak bunun Davut oğlu Mesih’in geleceği güne kadar gerçekleşmeyeceğini belirtir.
Voynich El Yazması (İtalya)
20. yüzyılın en çok konuşulan kitaplarından birisi ve hiç kimsenin okuyamadığı eski bir metin. Voynich el yazması, 1912 yılında antik bir kitapçı tarafından keşfedilen, bilinmeyen bir alfabeyle yazılmış ve çıplak kadın vücudundan şifalı bitkilere ve Zodyak işaretlerinden oluşan bir dizi resim içeren 250 sayfalık bir kitap.
Şu anda Yale Üniversitesi’nin Beinecke Nadir Kitap ve El Yazması Kütüphanesi’nde yer alan kitap, araştırmacılara göre 600 yıl öncesine dayanıyor ve Orta Avrupa’da yazıldığı düşünülüyor. Bazı bilim insanları, kitabın anlaşılmaz kelimelerle dolu bir Rönesans dönemi aldatmacası olduğuna inanıyor olsa da, kitabın metninin bilinmeyen bir dilde yazıldığını düşünenler de var. Diğerleri ise kitabın henüz kırılmaması gereken birtakım kodları olduğuna inanıyor.
İngiltere’deki Bedfordshire Üniversitesi’nden dilbilimci Profesör Stephen Bax, Şubat 2014’te Voynich elyazması karakterlerinin 14’ünü deşifre ettiğini iddia etti. Kitap, muhtemelen doğa üzerine bir tez yazısı olup, Yakın Doğu veya Asya dilinde yazıldığı iddia ediliyor.
Kayıp Çin Uygarlığı – Sanxingdui (Çin)
Her şaşırtıcı arkeolojik keşif, deneyimli bir arkeolog tarafından yapılmaz. 1929’da, Çin’in Sichuan eyaletinde bir kanalizasyon hendeğinin tamirini yapan bir adam, yeşim ve taş eserlerden oluşan bir hazine ortaya çıkardı. Bu kıymetli hazine özel koleksiyoncuların eline geçti ve 1986’da bölgede çalışan arkeologlar, yeşim, fildişi ve bronz heykeller de dahil olmak üzere Bronz Çağı hazineleri ile dolu iki çukur daha ortaya çıkardılar.
Peki bu gizli harikaları kimler yarattı? Araştırmacılar şimdi 3.000 ila 2.800 yıl önce çökmüş bir uygarlık olan Sanxingdui medeniyeti üyelerinin bu eserlere imza attığına inanıyorlar. Arkeologlar artık Sanxingdui’nin bir zamanlar Minjiang Nehri kıyısındaki duvarlı bir şehirde yaşadığını biliyorlar. Ama neden bu şehri terk ettikleri ve kaçmadan önce neden bu çukurlara bu kadar çok eser gömdükleri araştırmacılar arasında spekülasyon kaynağı.
Kayıp uygarlığın 3000 ila 2800 yıl önce şehri kasıtlı olarak terk ettiği tahmin ediliyor fakat kazı başkanı Niannian Fan, şehri terk etmek için ortaya atılan “savaş” ve “sel” nedenlerinden hiçbirini ikna edici bulmadığını söylüyor. Jeolojik izlere göre, 3300 ila 2200 yıl önce, o bölgede büyük bir deprem ve toprak kayması söz konusu. Bu toprak kaymasının, şehrin yanındaki nehri kestiği ve Sanxingdui’nin su kaynağını yok etmiş olabileceği düşünülüyor. Otoritelere göre bu hipotez, spekülatif olabilir fakat uygarlığın ortadan kaybolması veya başka bir yere taşınmasını açıklayabilir.
Büyük Taş Çemberler (Ürdün)
2000 yıl öncesine dayanan ve Ürdün kırsalında bulunan çember taş dizileri de bilim insanlarınının kafalarını karıştırmaya devam ediyor.
Kısaca “Büyük Çemberler” olarak bilinen bu yapıların şimdiye kadar 11 tanesi Ürdün’de bulundu. Çemberlerin çapı yaklaşık 400 metre olup sadece birkaç metre yüksekliğindeler. Bu kısa duvarlı çemberlerden hiçbirinin insanlar ya da hayvanların geçebilmesi için açıklıkları yok, bu nedenle arkeologlara göre besi hayvanı ağılı olmaları ihtimal dahilinde değil. Peki bunlar tam olarak neydi? Kimse bilmiyor.
Araştırmacılar şimdi Ortadoğu’daki diğer dairesel taş yapılarla Büyük Çemberleri karşılaştırarak bu yapının gizemli amaçlarını anlamaya çalışıyorlar.
Cochno Taşı (İskoçya)
2016’da İskoçya’nın Glasgow kentinde, arkeologlar 5.000 yıllık bir taş levha ve aslında onun gizemli geçmişini kazdılar.
13 x 8 metre ölçülerindeki Cochno Stone adlı bu taş “çanak ve halka izleri” olarak bilinen ve dünyanın başka yerlerindeki tarih öncesi bölgelerde de tespit edilen, kendi içinde dönen desenler içeriyor. Glasgow Üniversitesi’nde arkeolog ve kıdemli öğretim görevlisi olan Kenny Brophy’ye göre, bunlar antik sanat eseri örnekleri olabilir.
1930’larda Concho Taşı’nı inceleyen araştırmacılar, taş yazıtların tutulmalar gibi astronomik olaylarla bağlantılı olabileceğine inanıyorlardı, ancak Brophy bunun böyle olduğunu düşünmüyor. O ve araştırma ekibi, şu anda tarih öncesi insanların onu nasıl kullanmış olabileceğini ayırt etmek için taşı daha yakından inceliyorlar.
Paskalya Adası
Paskalya adasında ünlü Moai Heykelleri’ni yapan gizemli uygarlığın çöküş nedeni, yapılan araştırmalara rağmen hala çözülemiyor.
Şili kıyılarından çok uzakta olan Paskalya Adası’ndaki eski uygarlığın çöküşüne neden olan şey, uzun zamandan beri arkeolojinin en büyük gizemlerinden biri.
Bugüne kadarki en geçerli teori, adada yaşayan Rapa Nui halkının pervasızca çevreyi yok ettiği, tüm doğal kaynakları ve dolayısıyla yiyecekleri tükettiği yönündeydi. Bu durum, en nihayetinde onların çöküşüne neden olmuştu. Fakat yapılan yeni bir araştırma bu görüşe karşı çıkarak, bu topluluğun aslında daha önce düşünülenden daha dengeli bir kaynak kullanımı ile adada sert koşullara adapte olduğunu gösteriyor.
Tutankamon’un ölümü (Mısır)
Sadece birkaç arkeolojik gizemin bu kadar heyecan uyandırabileceği bir diğer buluntu ise Mısırlı çocuk firavun Tutankamon’un gizemli mumyası.
Kral Tut’un mezarı 1922’de İngiliz Mısır Bilimcisi Howard Carter tarafından ortaya çıkarıldı ve o zamandan beri mezara gelenleri öldüren bir “firavun laneti” hikayesi dolaşıyor. Ancak Kral Tut’un mezarının asıl gizemi, herhangi bir lanetten daha fazla merak uyandırıyor. Arkeologlar, kralın beklenmedik şekilde, muhtemelen bir enfeksiyon ya da bir at arabası kazasında oluşan yaralanmalardan öldüğüne inanıyor. Onun zamansız ölümünün, mumyasının keşfedildiğinde bulunduğu garip durumu açıklamaya yardımcı olabileceği düşünülüyor.
Kral Tut’un cesedini, mumyalandıktan ve mezarın mühürlenmesinden sonra ateş yakmış gibi görünüyor. Mumyayı inceleyen uzmanlar, yanıcı mumyalama yağlarına batırılmış olan Kral Tut’un keten örtülerinin havada oksijen ile reaksiyona girerek, kralın cesedini tutuşturan bir zincir reaksiyon başlatıp “yaklaşık 200 derece” de cesedi bir nevi pişirmiş olduğuna inanıyorlar.
Ateşe neden olan bu acemice yapılmış mumyalama işinin arkasında alelacele bir gömü yapılmış olması olası görünüyor. Ancak bu kraliyet figürünün acele gömülmesi, başka bir gizemi de doğuruyor: Kral Tut’un mezarının başkası için inşa edilmiş olması mümkün ve aynı mezarda gömülü henüz keşfedilmemiş başka mumyalar da olabilir.
İmparator Qin Shi Huang’ın mezarı (Çin)
1974 yılında Shaanxi bölgesinde çiftçiler şans eseri 20. yüzyılın en büyük arkeolojik buluşlarından birini ortaya çıkardılar – İmparator Qin Shi Huang’ın (MÖ 259 – MÖ 210) gerçek boyutlu Terakota Ordusu.
Sır olan bu figürler değil, tarihçiler bu kilden ordunun Çin’in ilk imparatorunu öbür dünyada savunmak için yaratılmış olduğunu biliyorlar. Asıl bilinmeyen, imparatorun nereye gömülmüş olduğu ve mezar odasının ihtiva edebileceği hazineler.
Terakota Ordusu’nun 1,6 km kuzeydoğusunda piramit şeklindeki bir anıt mezar bulunuyor. Ancak, henüz hiç kimse Qin Shi Huang’ın kalıntılarının bulunduğu bu anıt mezara girmedi.
İlk imparatorun bu son dinlenme yeri, yapımını anlatan antik belgelerin de belirttiği gibi, şimdiye kadar Çin’de yapılmış en gösterişli mezar. Çevresindeki “krallık” ile tamamlanan bu yeraltı sarayı bir mağara ağından oluşuyor ve gelişmiş bir drenaj sistemi içeriyor. Arkeologlar mezarda güvenli bir şekilde kazı yapmak için gereken teknolojiye sahip oluncaya kadar (mezarın tehlikeli boyutlarda civa barındırdığı düşünülüyor) bu mezar ve içindeki hazineler gizemini koruyacak.
Nazca Çizgileri (Peru)
Yerden bakıldığında pek bir şey ifade etmeyen Nazca Çizgileri’ne yukarıdan bakıldığında inanılmaz derecede heyecan duymamak elde değil. Arkeologlar, ilk kez 1920-1930 yılları arasında bölgeden geçen ticari uçaklar tarafından fark edilen ve havadan görünümleri geometrik çizgilerden, hayvan, bitki ve hayali figürlerin karmaşık betimlerine kadar değişkenlik gösteren bu çizgilerin 2000 yıldan uzun süre önce İnka öncesi Nazca kültürüne ait olduğunu düşünüyorlar.
Ancak hala tam olarak bu çizgilerin ne için yapıldığı bilinmiyor. Antik hac yolu ya da antik astroloji için yapıldıkları ortaya atılan bazı fikirler arasında. Ancak arkeologlar, bu çizgilerin Nazca tanrıları ile ritüelistik bir iletişim biçimi olduklarının daha olası olduğunu belirtiyorlar.
Antikitera Düzeneği (Yunanistan)
Fantastik bir hazine filmi senaryosunu andıran Antikitera Düzeneği’nin keşfinden itibaren bu buluntu başlıca arkeolojik muammalardan biri olarak kaldı.
1900 yılında sünger dalışçıları tarafından Antikitera batığında bulunmuş olan bu bronz eser, labirenti andıran birbirine kenetlenen dişliler ve açıkta kalan yüzüne kazınmış gizemli karakterleri içeriyor.
1902’de içerisindeki çarklı düzeneği inceleyen arkeolog Valerios Stais tarafından astronomik bir saat olarak yorumlanan ya da bir tür seyrüsefer usturlabı olduğu düşünülen bu düzeneğin özellikleri hâlâ daha arkeologlar tarafından ortaya çıkartılmaya devam ediyor ve şu anda en azından çok karmaşık bir astronomik takvim olduğu biliniyor.
MÖ. 2. yüzyılda yapılan düzenek otuzdan fazla bronz dişli çarktan oluşuyordu. Düzenek, Girit ve Mora yarımadası arasında bulunan bir yük gemisi batığından çıkarıldı. Mekanizma, astronomik olayların zamanlarını ve konumlarını, güneş tutulmalarını, Olimpiyatların zamanlarını hesaplamak için kullanılan bir çeşit hesap makinesi, hatta en erken bilgisayar olarak anılıyor.
Antikitera düzeneği, teknik olarak gelecek bin yıl içinde yapıldığı bilinen diğer tüm aletlerden daha ileriydi. Kadranları üzerinde bulunan ay isimlerinin Korintçe olması düzeneğin kuzeybatı Yunanistan ya da Sicilya’daki Siraküza’dan geldiğini gösteriyor. İlk fotoğrafta mekanizmanın 82 parçasından en büyüğü ve parçanın röntgen çekilmiş hali gözüküyor.
Göbekli Tepe (Türkiye)
İnsanlar yaklaşık MÖ 8.000 yılından itibaren ilk önce kalıcı yerleşim yerlerine yerleştiler, tarım yaptılar ve daha sonrasında tapınakları inşa ettiler. Acaba gerçekten böyle miydi?
1994 yılında Şanlıurfa’da yer alan Göbekli Tepe’de yapılan inanılmaz bir arkeolojik keşif, bu hipotezi alaşağı ederek, medeniyetin evrimiyle ilgili yeni sorular doğurdu.
Uzmanlar daha önce, avcı-toplayıcıların yerleşik düzene geçip tarım yapması sonucu anıtsal alanların yapıldığını düşünüyorlardı. Fakat tarıma geçilmeden önce avcı toplayıcı insanlar tarafından inşa edilen Göbekli Tepe, tüm bu düşünce sistemini altüst etti.
12.000 yıllık Göbekli Tepe’deki kazılarda ortaya çıkarılan kanıtlar, tarımın icadının uygarlığın başlamasıyla tetiklendiğini savunan Schmidt’in teorisini destekliyor. Her anıtsal yapının ortasında, üzerinde stilize kollar, eller ve peştamal yontuları bulunan iki adet T biçimli sütun yer alıyor. En büyüğünün ağırlığı 16 tonu aşıyor. Bu taşları yontmak ve yakındaki taş ocağından taşımak, çok sayıda insan ve hepsini doyuracak miktarda yiyecek gerektiren zorlu bir organizasyon gerektiriyor.
Burada şimdiye kadar yapılan kazılarda bu insanların yerleşik bir hayat sürdüğüne dair bir kanıt bulunamadı. Bu yüzden Göbekli Tepe’nin dönemsel bir toplanma ve şölen yeri olduğu düşünülüyor.